Bu sözler Toroslar’da kendi deyimiyle ‘ölesiye’ çalışan göçebe yoksul bir kızın rüyasına ait. Tahtacı Fatma. ’77 yılında Süha Arın’ın ‘Yörük Elif’ adlı öyküyü kameraya almak isterken Antalya’nın Elmalı köyünde tahtacılarla karşılaşmasıyla farklı bir yöne gider. Bu açık fikirli açık sözlü topluluk , onların yaşam tarzı ve zorlu çalışma koşulları Arın’ı oldukça etkiler. 12 yaşındaki Fatma ve hayalleri onu bu belgeseli çekmeye teşvik eder. Seslendirilmiş metinle yapılan dramatik Türk filmi yapmacıklığından uzak belgeselin bu özgür ruhlu kızı çok yaralayıcı konuşuyor.
70’li yılların Türkiye’sinde hayat şartlarının zaten kötü olduğunu biliyoruz ancak bu sosyal güvencesi olmayan Alevi topluluk için işler daha da kötüdür. Çoluk çocuk orman işçiliği yapan ve oradan oraya göçen bu garip insanlar devletten hiçbir yardım görememektedirler. Fatma da annesinin hastalığından dolayı ev işlerinin yanısıra yemek yapıp ormana giden abisi ve babasını da yalnız bırakmaz. Sonraları verdiği bir ropörtajda her ne kadar o özgür günleri özlediğini söylese de o zamanlar bu durumdan oldukça şikayetçidir ve o da çocuk düşüncelerini saf ve berrak bir dille şöyle anlatır:
“Benim adım Fatma Şimşek. İlkokulu bitirdim. 12 yaşındayım. Babam tahtacılık yapıyor. Annem hasta olduğu için ormana gelmiyor. Genellikle köyde kalıyor, annem yokken burda işleri ben yapıyorum.
Ağacın çok işleri var adamı yoracak. Ağacı yıkıyon, metreylen ölçüp kesiyon, kabuğunu soyuyon, odunları topluyon, odunları çekiyon, tomruğunu çekiyon, teslim ediyon bir sürü işi var.
Ben bu işi küçük yaştan beri yapıyorum. Abim Hurşit Şimşek ortaokulu bitirdi.
Patates yaparım, fasulye, makarna, pilav. En çok sevdiğim yemek, et, fasulye, piyaz bunlar. Lokantadaki yemeklerin hepsini severim.
İlkokulu bitirdikten sonra ortaokula girmek istiyorum, ne babam vermez. Annem hasta en büyük ablam da yok, evin işine kim bakacak?
Ben böyle göç etmeyi sevmiyorum. Hemen rezil oluyor, her yerden her yere göç. Bir yerde durdun mu durmalısın. Bir yerde durdun mu bir gelirin olmalı, yeyip yeyip yatmalısın. Ben devamlı bir yerde kalmak istiyorum bir evim olmasını istiyorum.
Ben hayatımda hasta olduğumda ağlarım, abim döver ağlarım, annem azarlar ağlarım. Babam hiçbir şey yapmaz, babam beni çok sever. ”
Belgeselde bizi Fatma’nın dünyasına bu kadar çeken şey onun umutlarını ve hayallerini oldukçe içten bir dille anlatabilmesinin yanısıra çocuk kalbinde taşıdığı korkuları ve kaygıları aynı zamanda:
“Okusam öğretmen olmak isterdim. Öğretmen olmak iyi, maaş aylık alıyorsun. Doktor da olsam olurdu. En istediğim şehirde yaşamak. Orda aylıklı bir memur olucan şehirde yaşayacaksın. Şehirde rahat ediliyor dağdaki gibi irezil olunmuyor, hem de aylık alıyorsun, memur oluyon para kazanıyon.”
Belgeselde Fatma’nın yanı sıra diğer işçilerin yaşamlarından da kesitler var. Oğlunu bir türlü evlendiremeyen ağrılarından ve yaşlılıktan şikayetçi Elif Nine ve 35 yaşında başında saç ağzında diş kalmayan Ahmet Kara gibi.
“Biz ne ölüyoruz, ne sağ. Ne ölü, ne sağ. Arada… Türkiye’de şu kadar nüfusu varmış, kalabalıkmış. Olsun bizcesine biz de yaşıyoruz. Çok aydın fikirliyiz ama fakir misin, beş tane kitap yutsan cahilsin. Var mı pulun? Cümle alem kulun. Yok mu pulun? Cehennemdir yolun.”
’79’da çekilen bu belgeseli izleyince hemen Fatma’nın şimdiki halini merak ediyorsunuz. Şuradaki ropörtajdan Fatma’nın şimdiki hayatını ve detaylarını okuyabilirsiniz. Ayrıca İki Ağaç İçin adlı programa da konuk olmuş. Kısaca değinirsek Fatma evlenerek yerleşik yaşama geçebilmiş. 2 de çocuğu olmuş. Artık dağlara çıkıp tahtacılık yapmıyor ancak o günleri de çok özlüyormuş. Ne ironi! “O yıllarda daha özgürdüm” diyor “O günlere döneceğimi bilsem her şeyimi verirdim.” diye de ekliyor.
Belgeselin sonunda ‘kızlı erkekli’ semah dönen insanlar ve Fatma ile ailesini görüyoruz. Müziğin güzel ezgisi ve vücutların salınışlarında Fatma’nın son sözleri çınlıyor kulaklarımızda:
“Biz aylıklı değiliz ki biz ormanda çalışıyoruz. Onlar şehirde. Devlet bizi netsin? Biz ölesiye ormanda yaşarız.”
Yararlanılan kaynaklar: odatv, ikiağaçiçin, 5harfliler