“Vız vız vız” diye cırladım küçük seyahat kafesimde. “Ayy hayatım duydun muuu?” dedi Pisannem. “Evet, annecim evet. Belki on bininci kez ben söyledim; babam da on bininci kez duydu” diyemedim. Sustum.
Yolculuğun ve aynamın tadını çıkarmaya koyuldum. Sarı kenarlı ve salıncaklı aynama şöyle bir baktım; onu çok severim. Ondan daha da önemlisi, kendimi çok severim ben. Sarı, yeşil parlak tüylerime ve onların altındaki beyaz pofidik küçük olanlara bayılırım. Mavi cerem ve yanaklarımdaki aynı tondaki maviş yanak tüylerim, alt taraftan çıkan dört küçük benekle beni dayanılmaz kılar. Saatlerce onlara bakım yapar; küçük popomun üstünden yağ alıp tüylerimi özenle ayırır tararım. O gün de yolculuk öncesi bakım yapmadım diye hayıflandım biraz. Anneannecim beni böyle mi görsündü? Görmesindi. Dur biraz şuraları elden geçire…
Biraz sonra, “Cicikuşşş” diye iç geçirdim. “Evet annem cicikuşşş” dedi Pisannem. Ah annecim, her dediğimi tekrar edip ilk günkü gibi şaşırmasan artık diyorum. Konuştuğum ilk günü hatırlıyorum da… Ben kendi başıma ezber yaptığımı sanarken kapının arkasından “Ah sen konuşmayı mı öğrendin?” diye basmışlardı odayı. Utancımdan o gün hep susmuştum. Konuşuyoruz işte, ne varmış? O günden sonra çok kelime öğrendim tabii. Ne var ki hiçbirini ‘cicikuş’ kadar sevemedim. Uyandığımda aynadaki güzel ve alımlı aksimi görünce önce; bir marul yaprağını annemin parmaklarının arasından farkedince heyecanla; babam kafesimden çıkmama izin vermediğinde hızlıca hep ‘cicikuş’ derim. O gün de yolculuğa çıkmadan bahçede gördüğümüz tüylü kediden kurtulma sevinci ve heyecanıyla uzuun bir ‘cicikuş’ çıkmıştı küçük sevimli gagamdan. Evet, daha önce de dediğim gibi çok severim ben kendimi.
Nereye mi gidiyoruz? Önceden de söylediğim gibi tabii ki anneaneme. Bunlar beni oraya bırakıp yine nereye gidecekler bilmiyorum. Olsun, annanecim bana hergün marul verir, çay içirir… “Su içmek ister misin?” deyiverdim. “Aaaa annecim daha demin içtin ya, istemezsin di mi?” dedi Pisannem. Ama yine dayanamayıp arabayı kenara çekerek suyu dayadılar tatlı gagama. İçmeyeceğim işte, hıh. Annem de, “Aaa annem oyun mu oynuyosun bizimle? İç dedim şunu. Bir de arkasını döner.” “Pisannem” diye cakladım. Ehh, istemiyoruz işte. Ben ‘Pisannem ‘ dediğimde sinir olduğunu öğrendim artık. Ama bunu söylemekten kendimi alamamın bir iki üç dört beş altııı nedeni var. Pardon pardon, iki nedeni var ama saymaya başlayınca yediye kadar sayabildiğimi de göstermek istedim size. Her neyse, ilk neden, annemin ben neye dokunsam ‘Ekşicim pis o, Ekşicim pis bu, aaa o pis annem’ deyip durması. Ben de haliyle hiç unutmuyorum o sözcüğü. İkinci nedense ben her ‘Pisannem’ dediğimde babamın tatlı ve sinsi gülüşü ve beni öpücüklere boğması.
Karanlık oluverdi aniden. Gözlerimi patlattım, nolduğunu anlamaya çalıştım önce. Tam kendimi oradan oraya atayım bir, diyordum ki babam, “Korkma babam, bişey yok” diye parmağını uzattı. Öptüm onu, sonra da azıcık ısırdım. Dilimi de biraz değdirdim. “Acıkmış mı bu?” diye sordu babam. Anladınız sonunda… Yolculuktaki mamalar her zaman daha çeşitli olur. Özlediğim lezzetler sırasıyla gelir ben azmayayım arabada diye. Ama yine de son yarım saatte, hava kararırsa, yanımızdan kamyon geçerse, babam müziği açmazsa, annem parmağını uzatmazsa yahut benden bahsetmezlerse kudururum ben. Caklar, cırlar, titrer ve kafes demirlerine tırmanmaya çalışırım. Çok şanslılar ki hiç böyle şeylere maruz kalmadan yolculuk sonlandı bugün de. Anneannemi balkonda beni beklerken görünce çıkmak için değişik hareketler yapıp bunları acele ettirdim. Neler mi yapacağım orada? Bu da başka bir yazıya kalsın da annemin beni ihmal edip yazdığı kedi güncesi hep benimle dolsun…