Ekşi’yi eve getirmemizin üstünden tam 10 yıl geçti. Pet shop’tan onu seçip aldığımız, kalbimize koyduğumuz o günü iyi hatırlıyorum. Evcil ve harika renkleri olan bir kuştu. Sevimli ve canayakındı ve öylesine konuşkan. Onu sahiplendiğimiz 2 yıl içinde neredeyse 200 kelime konuşabiliyordu. Bunun yanısıra isteklerini bizim dilimizde dile getirebiliyordu. Örneğin, su gördüğünde “su ister misin?” diyip ağzını şapırdatıyor su içtikten sonra bir ohh çekiyordu. Gitmemizi istediğinde “baş baş”, İdil’e kızdığında “yaramaz idil” ya da “piss” diyecek kadar da aklı başındaydı. Tabi bundan daha fazlası da vardı. 7’ye kadar sayabiliyor biz 3’e kadar saydığımızda gerisini tamamlıyordu. Ferhat’a “Ferhat, aşkım ,bitanem” kelimelerini kısaltarak “Feraşkitanem” diyordu ki bu sadece onun uydurduğu , bizden asla duymadığı bir kelimeydi. Uçabildiği yıllarda bize gelip yanımızda ya da Ferhat’ın saçlarının dibine sokularak uyurdu. Ona bebeğimiz gibi baktık ki zaten o bizim bebeğimizdi. Ben ona o acıyı yaşatana dek de uçmayı çok severdi. Kafesten ilk çıktığında uzun uzun 3 tur uçardı odada. Diğer odalara kaçar, yaramazlık yapardı. Kendinden başka hiçbir kuşu istemedi, beğenmedi bu hayatta. Eh, bir kere sevdi ama onun sevdiği de onu istemedi. Hiç yalnız kalmadı- Kayseri’ye onu bırakıp gittiğimiz o 3 gün hariç. Küstü bize. Biz anladık. Asla bırakmayacağız dedik; bir daha olmayacak. Öyle de oldu. O uyurken sessizce ağlardım ona bir şey olursa, kaçar giderse diye… Gitmedi, kaldı da acısını içine attı. İlk dört yılından sonra bir daha hiç uçamadı. Bir kuş nasıl uçamaz, uçamayan kuş mu olur demeyin. İnanın ki uçamadı.
Hayattı…yaşadı, bitirdi,gitti. Şimdi balkonumuzda bir saksıda uyuyor. Hala bırakmadık seni minik kuşum, içimin derdi, annesinin balkuşu…