Somerset Maugham’in Türkçe’ye farklı adlarla çevrilen ve ülkemizde pek de popüler olmayan romanı The Painted Veil 2006 yılında sinemaya aktarılmıştı. Başrollerinde Edward Norton ve Naomi Watts ‘ın oynadığı film, kitaptan daha çok ilgi çekmişti. Türkçe baskısını bulamayınca İngilizce okumak zorunda kaldığım kitabın film uyarlamasını da aslına sadık kalınmasa da oldukça başarılı buldum.
Ünlü aktör Edward Norton da hikayeyi okuduğunda oldukça etkilenmiş ve filmde rol almayı çok istemiş. Bu hikayeye dahil olmasının bir nedeni de kendi zaaflarını hikayede bulmasıymış. Harika bir arka plana sahip film, Çin’de elektrik ve telefon bulunmayan 800 yıllık bir köyde çekilmiş.
Yazar Maugham, İtalyanca öğrenmek için gittiği Floransa ‘da duyduğu bir ihanet hikayesinden oldukça etkilenir. Zengin bir adamın kendisini aldatan karısını bir yolculuğa çıkarıp sonunda öldürdüğü hikayenin yanı sıra Dante’nin Purgatorio’sunda sadakatsiz eşini öldürmek isteyen adam da The Painted Veil’in ilham kaynağıdır.
Hikaye Shelley’nin sonesiyle başlar:
“Painted veil” yani boyalı peçe, insaların hayatlarında bir nevi boyalı bir örtüyle dolaşmalarının yani gerçeklere, ölüme ve hayata gözlerini kapamalarının simgesi. Ancak bu peçeyi kaldırabilen insanlar , gerçeklerle yüzleşebiliyor. Hikayede beyaz peçe kullanan rahibeler ise bir saflık sembolü. Yani bu peçe bir anlamda masumiyet peçesi. Hikayenin sonunda karakterlerin bu peçeden kurtulmaları da bir spiritual awakening aslında.
Roman, varlıklı bir ailenin güzel kızı Kitty’nin annesinin ısrarları ve kızkardeşinin ondan önce evlenmesiyle acil bir koca arayışına girmesiyle başlıyor. Walter Fane isimli yakışıklı ama çekingen koca adayı ise devlet laboratuarında çalışan bir mikrobiyolog. Evlenmek için acelesi var çünkü görev icabı Şangay’a gitmek üzere. Bir partide tanışan çift kısa sürede evlenme kararı alır ve hikaye başlar.
Eskiden bir İngiliz Kolonisi olan Hong Kong ‘da hayat hiç de Kitty’nin umduğu gibi gitmez. Walter ‘ın yoğun çalışma hayatı ve aynı tempoda geçen günler Kitty ‘yi yakışıklı ancak evli Charlie Townsend ile yakınlaştırır. Karısının ihanetini öğrenen Walter, eğer Charlie onu kabul ederse boşanacağını söyler. Ancak Charlie’nin karısından ayrılmak gibi bir düşüncesi yoktur. Kitty yıkılır. Walter, ya ihanet nedeniyle boşanma davası açacağını (ki bu Kitty için imkansızdır) ya da onunla Çin’in kolera salgını olan bölgesi Mei-Tan-Fu’ya gelmesini söyler. Bu ikisi için de ölüm fermanıdır.
Walter: Ben bavulları hazırlattım bile.
Kitty ve Walter için cehennem günleri başlar. Walter gece gündüz halk için kolerayla savaşmaktadır. Kitty ise önce komşuları Waddington ile arkadaş olur, sonrasında yetimhanedeki çocuklara bakan rahibelerle tanışır. Çocukların masumiyeti, rahibelerin huzuru Walter’ın kendini bu çaresiz insanlara adaması Kitty’nin peçesini aralamasına yardım eder.
Filmin sonlarına doğru her ne kadar birbirine aşık olmaya başlayan bir karı koca görsek de roman pek de böyle devam etmiyor. Evet Walter karısındaki değişimi farketmiş ve bebek düşüncesi( Kitty hamiledir ancak babası kim bilemez) onu yumuşatmıştır ancak kırık kalbini tamir edemeden kötü bir son onu beklemektedir. Walter koleraya yakalanır ve aniden hayata veda eder. Son sözleri hem Kitty hem seyirci hem de okuyucu için bir muammadır: “…the dog it was that died…” Bu sözler, Oliver Goldsmith’in “An Elegy on the Death of A Mad Dog” adlı şiirinden bir alıntıdır. Şiirde, iyi bir adamın köpek tarafından ısırılması anlatılır. Herkes adamın öleceğinden emindir ancak köpeğin ani ölümü herkesi şaşırtır. Painted Veil’de Walter köpek, Kitty ise ısırılan adamdır. Başta Walter’ın karısına kolera bulaşması için onu oraya götürdüğünü düşünmüştük. Ancak Walter’ın ölümü bir kaza olabileceği gibi bir intihar da olabilir. Bunu asla öğrenemiyoruz. Bu durumda adamı ısran köpek adamın kanından zehirlenmiş de olabilir. Ancak ne olursa olsun Kitty onun kırık bir kalple öldüğünü söyler Waddington’a.
Filmde Kitty’nin çocuğunun babasının Walter olduğunu anlarız ancak kitapta böyle bir son yoktur. Bu izleyiciye bir tesellidir bence.
Film tam bir aşk hikayesi ve buna müzikleri de dahil. Sanatsal bir dram olan filmi, kitabı okumadan önce izlemenizi tavsiye ederim. İyi seyirler!
Nicedir içimde sana olan sevdam,
unutmayacağım seni asla…
Sevdiceğimi yitirdim,
hiçbir şey yokken ortada…
Ona sırtımı çevirdim,
bir demet gül adına…
Nicedir içimde sana olan sevdam,
unutmayacağım seni asla…
Bir gül olmak istedim,
hâlâ açan dalında…
Ve biricik sevdiceğimin
âşkı her dâim yanımda…
Nicedir içimde sana olan sevdam,
unutmayacağım seni asla…
Tertemiz bir membânın,
dolanıyordum etrafında…
Enfes bir su buldum ve
yıkandım hemen altında…
Nicedir içimde sana olan sevdam,
unutmayacağım seni asla…
Kendimi terkettim kurumaya,
o meşe ağacının altında…
Bülbüller şarkı söylerdi hani,
en yüksekteki dalında…
Nicedir içimde sana olan sevdam,
unutmayacağım seni asla…
sources: bookrags, yedincigemi, diva-portal, e-reading